Klasik şiirimizden, şairlerimizden bahsederken, dostlarımız, sevdiklerimiz, sevenlerimiz,
“Biraz kendinden bahset, nereden geldin, hangi yollarda gezdin, hangi merhalelerden geçtin, bu günlere nasıl geldin?” dediler.
“Efendim, yakışık almaz, bizde münasip bir vaziyet değildir “ben” demek. Bizden ancak
“bende” olur.” dediysek de,
“Can Veren Pervaneler deyince akla Hayati İnanç geliyor. Hayati İnanç deyince de şiir,
nasihat, güzel sözler ve gönül sultanları… Hayati İnanç’ın bu hamuru nasıl yoğrulmuş, kimler
yoğurmuş, şekil vermiş, bunu yine, en iyi, en güzel Hayati İnanç anlatır, başkasına söz düşmez.
Hayati İnanç’ı sevenlere; onun gibi olmak, okumak, anlamak, anlatmak isteyen gençlere bir rehber,
bir yol haritası lâzım.” sözleriyle ortaya koydukları kuvvetli teze verecek bir cevabımız yoktu.
Yine de, kıymetli okuyucularımızın kıymetli vaktini işgal etmek, kronolojik bir biyografi kitabı
okutmak niyetinde değiliz.
Bu defa, biraz dertleşmek, biraz tecrübelerden, hatıralardan bahsetmek istedik.
Biraz bu fani dünyanın her birimizin sırtına yüklediği hüzün küfelerinden, biraz ayaklarımıza
vurduğu acıtan prangalardan söz ettik.
İçinden çıkılmaz gibi görünen belâların, musibetlerin çaresini anlattık.
Mutluluğa, huzura, selamete kavuşmanın; kelimelere, mısralara, beyitlere yansıyan
formüllerini paylaştık.
Ve elbette şiirsiz, şairsiz olmaz deyip, sözlerin hasından, manaların zirvesinden bir demet
arz ettik.
Şimdi aramızda olmayan, gönüllere ışık saçan, çok kıymetli bir büyüğüm, “Bizi arayan,
kitaplarımızın satırlarının arasında bulur.” demişti.
Acizane, “hayati” meseleleri “inançla” anlatırken, her kelimeye, her cümleye özendik, “Söz
Hayâtîdir!”dedik.
Sürç-i lisan ettiysek affola!
Hiç ayrılığın olmadığı yerde buluşmak ümidiyle…